16 Mayıs 2018 Çarşamba

Samimi ve romantik; MİDİLLİ, LESVOS,




MİDİLLİ İZLENİMLERİM

Son birkaç aydır, yeni muayenehanemin  yoğun çalışma saatlerim,  yeni bir yere alışma sürecim sebebiyle ve süregelen rutin işlerim dışında şehir merkezinden fazla uzaklaşmamıştım.geçtiğimiz haftasonu  gelişen 2 günlük uzaklaşma fırsatını, birkaç çalışma arkadaşım ile birlikte bilimsel bir organizasyona çevirmenin keyfi ile Midilli, Lesvos ile tanıştım.
Bursa ile Ayvalık arasında 3,5 saatlik kara yolculuğunu, hızlıca gelişen gümrük işlerinden sonra 1 saatlik deniz yolculuğumuz izledi ve ‘geiasas Mytilini’.

Midilli, Lesvos Ege denizinin kuzeydoğusunda bulunan  Yunan adalarının en büyük 3. adası. Adanın bir özelliği volkanik olması ve güneybatı bölümünün taşlaşmış yapılar ve kayalıklardan oluşmuş olmasıdır.

Adaya çeşitli halkların yerleşmesinden ve savaşlarla geçen yıllardan sonra, ada 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet ile Osmanlı topraklarına katılmış
Ortalama yaşam süresi 90-100 yıl. Ada halkı üretmeyi ve ürettiğini kullanmayı seviyor, bu yüzden çiftçilik, tarım ve kültürel turizm ada gelirinin çoğunluğunu karşılamaktadır.  

Feribot yolculuğum uzun bir süre karşılaşmayan ancak kaldığı yerden devam eden arkadaşlarımın tatlı sohbeti  ile çabucak geçti. İner inmez  yunanca ve türkçe konuşmalar, bol gülüşmeler eşliğinde, telaşsız,  sıcak ve samimi bir ortam ile karşılaştım. Akşam saatlerinde olmasına rağmen ılık tatlı bir esinti yüzüme çarptı. Grup olarak acıkmış olmamızın verdiği güdüler ile doğruca tavernada mezeleri kaşıklarken bulduk kendimizi. Yol yorgunluğumuzu, adanın kuzey ucuna Petra’ya  doğru 1 saatlik yolculuk ile pekiştirdik.
Yorucu bir günün ardından gözlerimi pırıl pırıl bir deniz kenarında, oksijen dolu, tertemiz bir havada, kuş ve dalga sesleri ile güneşli bir güne açtım. Çok sevgili hocamdan edindiğim güzel bilgilerimi de paylaşacağım elbette ancak burada daha çok gördüklerimi paylaşmak istiyorum.
Öğleden sonra rotamız Molivos tepe şehri. Bu şehir tepedeki Ortaçağ döneminden kalan  kalesinden deniz kenarına doğru bir yamaçta yerleşim göstermiş. Molivos 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı topraklarına katılmış. Bizde şehri adımlamaya kale bölgesinden, önce Türkiye  Baba Burnu’na el sallayarak başladık. Güneşe biraz yaklaşmamız sebebi ile ısınan hava ile birlikteliğimiz neşeli adımlarımıza dönüştü. Taş döşemeli dar ve merdivenli sokaklar, rengarenk sardunyalar, renkli kapılar, Türk-Yunan sentezi sohbetler,   hediyelik eşyalar, ara ara kendini hissettiren  rüzgar eşliğinde saatler geçirdik.
 Petra, yunanca taş, kaya demek olan, deniz kıyısında taş evleri ve zeytini ile ünlü bir kasabadır. Kasabanın özelliğinden biri de 40 metre yüksekliğinde bir meteor taş üzerinde kurulmuş Panagia (Meryem Ana ) kilisesidir. İnanışa göre Petra’da yaşayan bir balıkçı denizde Meryem Ana ikonasını bulur,  bunun kendisine hayır yapmasına neden olan bir işaret olduğunu düşünür ve bu kiliseyi imece usulü  yardımlarla tek başına inşa eder. Kilisenin açılacağı ve dua edileceği gün hazırladığı şarap bardakları ve tepsisi ile  tepeden aşağı yuvarlanır, ancak ne kendisine nede elindekilere birşey olur ve kendisini kilisesine adar. Bu kiliseye ve muhteşem manzaraya merkezden 114 basamakla ulaşılabiliyor. Yürüyüşten yorulanlara, merkezde demleme çay ve sakızlı dondurma keyfini öneririm.
Beklenen gece, tabiiki yunan gecesi ve yerel danslar eşliğinde muhteşem tatlar. Dans etmeyi ne kadar sevdiğimi ve emek harcadığımı beni tanıyanlarınız bilirler. Gecenin en keyif aldığım anı ise grubumuz için özel olarak gelen  dansçılarımız Yorgos ve Eleni sayesinde merak ettiğim adımlarını öğrendiğim Zorba eşliğinde sirtaki. Sadece 6 adımı var demeyin, süslemek ayrı bir yetenek.
Son günümüzün sabahı, bir öncekinden daha sıcaktı, güzel, doyurucu bir kahvaltının ardından rotamız bir dağ köyü olan Ayasos. Bu köy,  968 metre yüksekliğindeki Olimpos dağının 475 metre yüksekliğindeki  eteğine kurulmuş. Yunanca  Kutsal Kudüs ( Agia Sion) demek. Söylentiye göre,  Kudüs’ten gelen 2 rahip ilk ahşap Meryem Ana ve Hz. İsa ikonasını buraya 9. yyda getiriyorlar ve bu ikonaların mucizevi olduğuna inan halk evlerini kilisenin duvarına bitişik olarak inşa etmeye başlıyor. Kiraz, çam, kestane ve çınar ağaçları ile kaplı orman örtüsü nedeni ile ve  o dönemde Osmanlı’nın (1701) donanma ile birlikte adaya getirdiği ve tahta ve ahşap işçiliği ile ünlü olan Türkmenler sayesinde Ayasos’ta  bu işçilik gelişmeye başlıyor. Yine o dönemin Osmanlı valisinin hastalığından bu bölgede kurtulması üzerine de Ayasos vergiden muaf tutuluyor ve Ayasos nüfusu giderek artmaya, tahta ve ahşap işçiliği gelişmeye, eğitim ilerlemeye başlıyor. Dönemin ünlü şair ve ressamları, eğitimcileri de çoğunlukla bu köyden çıkmış. Bizde mucizeler ile dolu olan ruhani bir havası olan bu köyü,  taş sokaklarında adımlayarak köy kahvesinde kahvemizi içerek yaşamaya çalıştık.
Son olarak adanın başkenti Mitilini’ye giderek başladığımız noktadan feribot yolculuğumuzu yine şehrin doğal dokusunu hissederek bekledik. Yaşadığımız güzel ülkemize dönmek için bu kez tatlı bir telaş vardı hepimizde. Güzel adanın güzel insanlarına, grubumuzdaki güzel  arkadaşlarıma, rehberden öte sevgi dolu  Aysen Önem’e, geçirdiğimiz 48 saate teşekkür ederim.

Her yolculuğumdan sonra aynı soruyu soruyorum kendime;
Gitmek mi güzel? Dönmek mi güzel?
Peki ya sizin cevabınız ne olur?

Sağlıklı, bol adımlı alınacak nice güzel rotalara, sevgiyle…

DR. SABAHAT KARAKAŞLILAR
        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder