MİDİLLİ İZLENİMLERİM
Son birkaç aydır, yeni muayenehanemin yoğun çalışma saatlerim, yeni bir yere alışma sürecim sebebiyle ve
süregelen rutin işlerim dışında şehir merkezinden fazla
uzaklaşmamıştım.geçtiğimiz haftasonu
gelişen 2 günlük uzaklaşma fırsatını, birkaç çalışma arkadaşım ile
birlikte bilimsel bir organizasyona çevirmenin keyfi ile Midilli, Lesvos ile
tanıştım.
Bursa ile Ayvalık arasında 3,5 saatlik kara yolculuğunu,
hızlıca gelişen gümrük işlerinden sonra 1 saatlik deniz yolculuğumuz izledi ve ‘geiasas
Mytilini’.
Midilli, Lesvos Ege denizinin kuzeydoğusunda bulunan Yunan adalarının en büyük 3. adası. Adanın bir
özelliği volkanik olması ve güneybatı bölümünün taşlaşmış yapılar ve
kayalıklardan oluşmuş olmasıdır.
Adaya çeşitli halkların yerleşmesinden
ve savaşlarla geçen yıllardan sonra,
ada 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet ile Osmanlı topraklarına katılmış .
Ortalama yaşam süresi 90-100 yıl. Ada halkı üretmeyi ve ürettiğini kullanmayı seviyor, bu yüzden çiftçilik, tarım ve kültürel turizm ada gelirinin çoğunluğunu karşılamaktadır.
Ortalama yaşam süresi 90-100 yıl. Ada halkı üretmeyi ve ürettiğini kullanmayı seviyor, bu yüzden çiftçilik, tarım ve kültürel turizm ada gelirinin çoğunluğunu karşılamaktadır.
Feribot yolculuğum uzun bir süre karşılaşmayan ancak
kaldığı yerden devam eden arkadaşlarımın tatlı sohbeti ile çabucak geçti. İner inmez yunanca ve türkçe konuşmalar, bol gülüşmeler
eşliğinde, telaşsız, sıcak ve samimi bir
ortam ile karşılaştım. Akşam saatlerinde olmasına rağmen ılık tatlı bir esinti yüzüme
çarptı. Grup olarak acıkmış olmamızın verdiği güdüler ile doğruca tavernada
mezeleri kaşıklarken bulduk kendimizi. Yol yorgunluğumuzu, adanın kuzey ucuna
Petra’ya doğru 1 saatlik yolculuk ile
pekiştirdik.
Yorucu bir günün ardından gözlerimi pırıl pırıl bir deniz
kenarında, oksijen dolu, tertemiz bir havada, kuş ve dalga sesleri ile güneşli
bir güne açtım. Çok sevgili hocamdan edindiğim güzel bilgilerimi de
paylaşacağım elbette ancak burada daha çok gördüklerimi paylaşmak istiyorum.
Öğleden sonra rotamız Molivos tepe şehri. Bu şehir
tepedeki Ortaçağ döneminden kalan kalesinden deniz kenarına doğru bir yamaçta
yerleşim göstermiş. Molivos 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı
topraklarına katılmış. Bizde şehri adımlamaya kale bölgesinden, önce Türkiye Baba Burnu’na el sallayarak başladık. Güneşe
biraz yaklaşmamız sebebi ile ısınan hava ile birlikteliğimiz neşeli
adımlarımıza dönüştü. Taş döşemeli dar ve merdivenli sokaklar, rengarenk
sardunyalar, renkli kapılar, Türk-Yunan sentezi sohbetler, hediyelik eşyalar, ara ara kendini
hissettiren rüzgar eşliğinde saatler
geçirdik.
Petra, yunanca
taş, kaya demek olan, deniz kıyısında taş evleri ve zeytini ile ünlü bir
kasabadır. Kasabanın özelliğinden biri de 40 metre yüksekliğinde bir meteor taş
üzerinde kurulmuş Panagia (Meryem Ana ) kilisesidir. İnanışa göre Petra’da
yaşayan bir balıkçı denizde Meryem Ana ikonasını bulur, bunun kendisine hayır yapmasına neden olan
bir işaret olduğunu düşünür ve bu kiliseyi imece usulü yardımlarla tek başına inşa eder. Kilisenin
açılacağı ve dua edileceği gün hazırladığı şarap bardakları ve tepsisi ile tepeden aşağı yuvarlanır, ancak ne kendisine
nede elindekilere birşey olur ve kendisini kilisesine adar. Bu kiliseye ve
muhteşem manzaraya merkezden 114 basamakla ulaşılabiliyor. Yürüyüşten
yorulanlara, merkezde demleme çay ve sakızlı dondurma keyfini öneririm.
Beklenen gece, tabiiki yunan gecesi ve yerel danslar
eşliğinde muhteşem tatlar. Dans etmeyi ne kadar sevdiğimi ve emek harcadığımı
beni tanıyanlarınız bilirler. Gecenin en keyif aldığım anı ise grubumuz için
özel olarak gelen dansçılarımız Yorgos
ve Eleni sayesinde merak ettiğim adımlarını öğrendiğim Zorba eşliğinde sirtaki.
Sadece 6 adımı var demeyin, süslemek ayrı bir yetenek.
Son günümüzün sabahı, bir öncekinden daha sıcaktı, güzel,
doyurucu bir kahvaltının ardından rotamız bir dağ köyü olan Ayasos. Bu
köy, 968 metre yüksekliğindeki Olimpos
dağının 475 metre yüksekliğindeki
eteğine kurulmuş. Yunanca Kutsal
Kudüs ( Agia Sion) demek. Söylentiye göre,
Kudüs’ten gelen 2 rahip ilk ahşap Meryem Ana ve Hz. İsa ikonasını buraya
9. yyda getiriyorlar ve bu ikonaların mucizevi olduğuna inan halk evlerini
kilisenin duvarına bitişik olarak inşa etmeye başlıyor. Kiraz, çam, kestane ve
çınar ağaçları ile kaplı orman örtüsü nedeni ile ve o dönemde Osmanlı’nın (1701) donanma ile
birlikte adaya getirdiği ve tahta ve ahşap işçiliği ile ünlü olan Türkmenler
sayesinde Ayasos’ta bu işçilik gelişmeye
başlıyor. Yine o dönemin Osmanlı valisinin hastalığından bu bölgede kurtulması
üzerine de Ayasos vergiden muaf tutuluyor ve Ayasos nüfusu giderek artmaya, tahta
ve ahşap işçiliği gelişmeye, eğitim ilerlemeye başlıyor. Dönemin ünlü şair ve
ressamları, eğitimcileri de çoğunlukla bu köyden çıkmış. Bizde mucizeler ile
dolu olan ruhani bir havası olan bu köyü,
taş sokaklarında adımlayarak köy kahvesinde kahvemizi içerek yaşamaya
çalıştık.
Son olarak adanın başkenti Mitilini’ye giderek
başladığımız noktadan feribot yolculuğumuzu yine şehrin doğal dokusunu
hissederek bekledik. Yaşadığımız güzel ülkemize dönmek için bu kez tatlı bir
telaş vardı hepimizde. Güzel adanın güzel insanlarına, grubumuzdaki güzel arkadaşlarıma, rehberden öte sevgi dolu Aysen Önem’e, geçirdiğimiz 48 saate teşekkür
ederim.
Her yolculuğumdan sonra aynı soruyu soruyorum kendime;
Gitmek mi güzel? Dönmek mi güzel?
Peki ya sizin cevabınız ne olur?
Sağlıklı, bol adımlı alınacak nice güzel rotalara,
sevgiyle…
DR. SABAHAT KARAKAŞLILAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder