23 Ekim 2017 Pazartesi

Çeşmelerinden ruhumun huzur ile aktığı şehir, Sagalassos

Çeşmelerinden ruhumun huzur ile aktığı şehir, Sagalassos.

Bazen hiç düşünmeden bir fırsatı değerlendirmek istermisiniz?
Ben öyle yaptım.

Genellikle, tatillerimizde alışkın olduğumuz üzere hızlıca A noktasından B noktasına giderken, ana yoldan sağa veya sola yolu gösteren kahverengi tabelalar vardır ya hani, D 650 karayolu üzerinden sola saptık Sagalassos yoluna. Yol boyunca Toros dağlarının o yüksek eşsiz manzarası arasında ilerlerken birden sonbaharın renkleri ve mis kokusu ile bezenmiş vadide buluverdik kendimizi.

Sagalassos Türkiye’nin güneybatısında, Burdur’un Ağlasun ilçesinde yer alır. Antik çağda Psidya bölgesinin baş kenti olan  antik kent dağ eteklerine, 1450 ile 1600 metre yükseklik arasına kurulmuştur. Güneyinde Akdeniz, kuzeyinde Anadolu platosu yer alır. Antik kentin civarında pekçok verimli ova vardır. Dik yamaçlara yerleşmek o dönemde güvenlik kaygısı ve suyun bol olması nedeniyle olmuştur. Kentin tarihinin en parlak zamanı olan Roma İmparatorluk Dönemi’nde Büyük İskender Sagalassos’u Anadolu’nun yol ağına bağlamış ve kent hem Anadolu’nun içlerine, hem de Ege ve Akdeniz limanlarına ulaşmıştır. Kentin ekonomisinin temelini tahıl ve zeytin, kaliteli seramik kap kacak üretimi ve ihracatı oluşturur. Tüm bu koşullar insanları refah içindeki, yeniliğe açık bu kente çekmiştir.

Acaba bizi bu kente çeken neydi?

Şehrin, topraklarına adım atar atmaz bana ilk hissettirdiği huzur ile birlikte tanıdık gelen ancak hemen anlayamadığım bir duygu idi. Yaklaşık 1600 rakımda kurulmuş bir şehir olması sebebiyledirki yaşayanların sessizliğini rüzgarın sesi almış. Rüzgar, öyle tanıdık bir koku ile sesleniyordu ki, her adımımda o şehrin ve şehrin sakinlerinin yaşadıklarından birer parça hissederek ve sokaklarında, caddelerinde, meydanlarında tanıdık olan o kokunun sesini arayarak dolaştım. Kendimi orada yaşayan bir tanrıça gibi hissettim. Okuduğum yazılarla birlikte kendi iç gözlerimle buralarda nasıl yaşadıklarını görmeye çalıştım.  Rolüme öyle kaptırmışım ki kendimi şehrin en yüksek noktasında kurulmuş olan anfi tiyatroya gelene kadar attığım her adımımda kahkahalarımın rüzgarın sesine, çeşmelerden akan suların şırıltısına, bir tanrıça edasıyla karıştığını farketmemişim bile. Anfi tiyatro hem şehre hakim dağın en yüksek yerinde kurulmuş, hem şehrin hayırseverleri tarafından yaptırıldığı için diğerlerine oranla küçük. Ancak sıralara oturduğunuzda farkediyorsunuz ki, sahneyi izlerken aynı zamanda şehrin tüm noktalarını ve vadiyi en ince ayrıntısına kadar görebiliyorsunuz. Karakterime büründüğümü, sahnede kendi dramamı yaratıp oynarken, sözcüklerimin yansısı ile tekrar farkettim. Sahneye alışkın olmama rağmen yinede bu benim için bir ilkti, herkese tanrıça olarak böylesi önemli bir sahnede rol yapmak kısmet olmaz.
Bu kısacık saatlere asırları sığdırsam, yıllar arasında gidip gelsem, kılıktan kılığa bürünsem, bu huzur dolu, kahkahalarımla, rüzgarla yaptığım mono/dialoglarımla sessizliğin sesi olsam, çeşmelerinden ruhumun huzur ile aktığı bu güzel şehirden ayrılmak istemesem de her coşkuyu bir dinlenme dönemi izler. Bunun için hepimizin olduğu gibi benimde biraz zamana ihtiyacım var.

Bu arada, şehirden ayrılmadan hemen önce o karanfil kokusunun sesini getiren rüzgara bu kez fısıldayarak, huzurla dedim ki, 'Sagalassos, sen güvensin '...

Sağlıkla, coşkuyla gezebilmek dileği ile.

DR. SABAHAT KARAKAŞLILAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder